Pardon bölüyorum ama…

1 Mayıs 2022. Birkaç gün sonra bir kez daha en kapsamlı haliyle alanları, sokakları dolduracağımız güne geliyoruz. Belki de yıllar önce sadece işçinin, devrimcinin olarak görülen bu tarihi gün son yıllara geldiğimizde olması gerektiği gibi en kapsayıcı haliyle hayatı için emek veren, yaşamını, özgürlüğünü savunan herkes için sokakları sloganlarla inleten bir hal aldı. Tabii bunda en büyük etkenlerden biri de sistematik olarak insanların hangi alanda olursa olsun hak gaspları ile karşı karşıya bırakılarak işçileştirilmesi oldu. Burada artı olarak bakılması gereken noktalardan en önemlisi emek tanımının yeniden şekillendirilmesi durumu aslında.

En basit tabiriyle elinde çekiç, orak, dişli, çark olan işçiler bugüne kadar pankartlarda, dövizlerde, afişlerde yerini aldı.  Ki belli bir dönem elbette bunları genel olarak sadece ‘erkek’ işçiler olarak gördük. İkinci Dünya Savaşı süreciyle kadın işçi oranının var olanın iki katına çıkması hali ve tabi bunun vatan seni çağırıyor esansı ile yapılmasıyla kadınlar emek alanında işçi sınıfı mücadelesi içinde olmaya ‘hak kazandı.’ Mücadele etmek, hak aramak için dahi o hakkı kazanmak zorunda olmak. Söz konusu emeği belli standartlar, kalıplar içinde veriyorsan buna hak kazanıyor olmak. Ürettiğin, ortaya koyduğun emeği aslında hayatının her aşamasında gösterirken bunun birileri tarafından kalıplara tabii tutulması.

Feminist mücadele son haliyle neredeyse yüz yıldır sürerken beraberinde getirdiği buna benzer tartışmalar da bir o kadar zamandır devam ediyor. Feminist mücadelenin yeni yüzyılın şartları ve ilerlemesiyle harmanlanması 1 Mayıs ve emek alanına da başka bir gözle bakmamızı sağlıyor. Feminist mücadele bir yandan önüne koyulmaya çalışılan engelleri tek tek aşmaya çalışırken aynı anda erkek – devlet şiddetiyle mücadele etmeye devam ediyor. O sırada sosyalist mücadeleyi yürüten ancak içlerinde aynı anda onlarla büyüyen ataerkil bilinçle hareket eden erkekler ise evrenin en önemli sorusuyla baş etmeye çalışıyor; ‘Sınıfı bölen feminizm değil miydi ya?’ Doğru sanırım. Eğer var olan emek mücadelesinin aidiyetini sınırlayan, kesişimsellikleri yok sayan, mücadelenin kimin olduğunu atayan bilinç ise bahsettiğimiz şey, maalesef bölmek zorundayız. Bölerken de bölünenin mücadele değil, mücadeleye atanan kalıplar, tepeden ve üsttenci, kibirle sarmalanmış fikirler olduğunu belirtiriz elbette merak etmeyin. Zira her alanda emek vermeye, emeğimizin karşılığını almak için mücadele etmeye devam ederken bir yandan da kadınlara arama motoru muamelesi yapan erkeklere feminist hareket 101 dersi vermek zorunda kalıyoruz.

Emeğin sahibinin doğru orantılı olarak mücadelenin de sahibi olduğuna hem fikir isek şu konuda da anlaşalım; hayatın her alanında – ki hayatta kalmaya çalışmak kısmı ayrı mesele – iş yerlerinde, kampüslerde, evlerde, okullarda, sokaklarda hayatının onlarca yılını geçiren, emek veren, emeği görünmezleştirilmeye çalışılan kadınlara, mücadelenin nasıl yürütüleceğini dikte etmek, kalıpları tavsiye olarak sunmak, hele ki mücadeleyi böldüğünü söylemek haddiniz değil. Her alanda kesişimselliği savunan, kapsayıcılığı ilke edinen her bir feminist ortaklaşacaktır ki bu kalıpları dayatmayan her mücadele arkadaşı elbette bunun dışındadır. Lakin o nadide azınlığı da olması gerekeni düşündükleri için tebrik etmemize gerek yok sanırım.

Söz konusu olan direngenlik ise, eşit, özgür, yaşanabilir bir dünya isteği ise, tüm yakıcı koşullara rağmen bu mücadelenin en güzel örneği için sokakları her fırsatta rengarenk hale getirip, alanlarını kazana kazana ilerleyen feminist mücadeleye bakabilirsiniz. Oturduğunuz deri koltukların pozisyonu buna müsaade ediyorsa tabii. Biraz emek gerek.

Paylaş

İlgili Yazılar